T.C. ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ

  1. HUKUK DAİRESİ
    DOSYA NO : 2018/1242
    KARAR NO : 2018/1884
    T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
    K A R A R
    BAŞKAN : TÜLİN KURTOĞLU (31401)
    ÜYE : DİLEK TOSUN (36811)
    ÜYE : ÖZLEM KAYHAN ÇETİN (42690)
    KATİP : BURCU TÜFEKÇİ (187706)
    İNCELENEN KARARIN
    MAHKEMESİ : ANKARA 6. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
    TARİHİ : 18/10/2017
    NUMARASI : 2017/507E. 2017/495K.
    DAVACILAR :
    VEKİLİ :
    DAVALILAR :
    VEKİLLERİ :
    DAVANIN KONUSU : Alacak
    KARAR TARİHİ : 11/10/2018
    KARARIN YAZIM TARİHİ : 11/10/2018
    Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonucunda mahkemece verilen karara
    karşı taraflarca istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla dosya incelendi. Gereği görüşülüp
    düşünüldü.
    TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
    Davacılar, serbest avukat olduklarını, davalıların murisine ait taşınmazların hukuki sürecini
    takip ettiklerini, vekalet ücretlerini alamadıklarını, mirası reddetmeyen davalıların vekalet
    ücreti alacağından sorumlu olduklarını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile
    şimdilik 50.000,00TL vekalet ücreti alacağının davalılardan tahsiline karar verilmesini talep
    etmişlerdir.
    İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :
    Mahkemece, 6502 Sayılı Kanun’un 73 maddesinde “Tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik
    uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemeleri görevlidir”
    hükmünün bulunduğu, davanın vekalet ücretinden kaynaklanan alacak davası olması
    nedeniyle davada görevli mahkemenin Tüketici Mahkemesi olduğu belirtilerek, mahkemenin
    görevsizliği nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiş, karara karşı her iki taraf da
    istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
    İSTİNAF SEBEPLERİ:
    Davacılar istinaf dilekçelerinde; avukatın yargının kurucu unsuru olup, bağımsız yargıyı temsil
    ettiğini, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin 6502 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesinin

mümkün olmadığını, avukatın, mal ve hizmet sunan satıcı olarak kabul edilemeyeceğini, bu
nedenle de avukatlık ücretine ilişkin uyuşmazlıkların asliye hukuk mahkemelerinin görev
alanına girdiğini, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesinin 2017/1233 esas,
2017/993 karar sayılı ilamının da bu yönde olduğunu ileri sürerek, kararın kaldırılmasını
istemişlerdir.
Davalılar istinaf dilekçelerinde, malik oldukları taşınmazlarına kamulaştırma yapılmaksızın
fiilen el konulması nedeniyle tazminat davası açılması için davacılara vekalet verdiklerini,
taraflar arasındaki uyuşmazlığın temelinin “tüketici işlemi”ne dayanmadığını, bu nedenle
davada görevli mahkemenin tüketici mahkemesi değil, asliye hukuk mahkemesi olduğunu
belirterek, aksi yöndeki mahkeme kararının kaldırılmasını istemişlerdir.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :
Dava, avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, 6502 sayılı Kanun gereğince davada görevli mahkemenin tüketici mahkemesi
olduğu kabul edilerek dava şartı yokluğu nedeniyle “davanın usulden reddine” karar
verilmiştir.
Mahkemece, davada görevli mahkemenin tüketici mahkemesi olduğu kabul edilerek
görevsizlik kararı verildiğine göre, uyuşmazlık, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin “tüketici”
işlemi olup olmadığı, iş bu davanın 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun
kapsamında olup olmadığı ve buradan varılacak sonuca göre de mahkemece verilen görevsizlik
kararının isabetli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
28.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un
(TKHK) 3/1-l maddesinde, “tüketici işlemi” tanımlanırken, bazı sözleşme türlerinin de tüketici
işlemi olarak belirtilmesi, “vekâlet” sözleşmesinin de bu sayılanlar arasında yer alması
nedeniyle, avukatlık sözleşmelerinin bu kapsamda bir tüketici işlemi olup olmadığının
irdelenmesi gereklidir.
6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 1. maddesinde “amacı”, “Bu Kanunun
amacı, kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını
koruyucu, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı, tüketiciyi
aydınlatıcı ve bilinçlendirici önlemleri almak, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini
özendirmek ve bu konulardaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik
etmeye ilişkin hususları düzenlemektir.” şeklinde açıklanmış; 2. maddesinde de, Kanun’un her
türlü tüketici işlemi ile tüketiciye yönelik uygulamaları kapsadığı belirtilmiş, 3. maddesinde ise
kavramlarla ilgili tanımlamalara yer verilmiştir.
Buna göre “Hizmet”, Bir ücret veya menfaat karşılığında yapılan ya da yapılması taahhüt edilen
mal sağlama dışında her türlü tüketici işlemininin konusunu, “Sağlayıcı”, Kamu tüzel kişileri de
dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla tüketiciye mal sunan ya da hizmet sunanın
adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi, “Satıcı”, Kamu tüzel kişileri de
dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla tüketiciye mal sunan ya da mal sunanın adına
ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi, “Tüketici”, Ticari veya mesleki olmayan
amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi, “Tüketici işlemi” ise, “Mal veya hizmet

piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket
eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler
arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de
dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi ifade eder.” şeklinde tanımlanmıştır.
Görüldüğü üzere; 6502 sayılı Kanun’da tüketici işlemi tanımlanırken, örnekleme de yapılarak,
eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık sözleşmelerinden bahsedilmiş, daha sonra
da “ve benzeri sözleşmeler” denilmek suretiyle, bu sayılanların sınırlayıcı olmadığı, bunların
dışındaki bir sözleşmenin de, şartları bulunduğu sürece TKHK kapsamında
değerlendirilebileceği ifade edilmiştir.
Belirtmek gerekir ki; Kanun’da bir kısım sözleşme türlerinden bahsedilmiş olması, bu tanım ve
kapsamdaki tüm sözleşme ilişkilerinin, birer tüketici işlemi olarak kabul edilmesi sonucunu
doğurmaz. Başka bir ifade ile Kanun’da sayılan bu sözleşme türlerinin, her hâlükârda TKHK
kapsamında ele alınması gerektiği kabul edilemez. Gerek tüketici ve satıcı-sağlayıcı, gerekse
tüketici işlemi yönünden, Kanun’da yapılan tanımları karşılayan ve ayrıca TKHK’nun amaç ve
ruhuna uygun olan sözleşmeler bu kapsama dâhil edilebilir.
Nitekim, bir “eser” sözleşmesi niteliğinde bulunan kat karşılığı inşaat sözleşmesinin, tüketici
işleminin özelliklerini taşımadığı, bu nedenle de TKHK kapsamında bulunmadığı, son tarihli
Yargıtay kararları ile kabul edilmektedir. (Bkz. Y.23.HD, T. 15.3.2016, E. 2016/62, K. 2016/1616
; Y. 13.HD, T. 20.10.2015, E. 2015/29195, K. 2015/30488)
Konu, “vekâlet” sözleşmesi yönünden ele alınacak olursa;
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun, 502/1. maddesine göre; vekâlet sözleşmesi, vekilin,
vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği, günlük hayattasıkça
karşılaştığımız bir sözleşme türüdür. Aynı Kanun’un 502/2. maddesinde de, “Vekâlete ilişkin
hükümler, niteliklerine uygun düştükleri ölçüde, Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmemiş
olan iş görme sözleşmelerine de uygulanır.” hükmü nedeniyle vekâlet sözleşmesi,
hukukumuzda kapsayıcı bir sözleşme olup, Borçlar Kanunu’nda düzenlenmeyen iş görme
sözleşmelerine de vekâlete ilişkin hükümler uygulanmakta, bu sözleşmelerin hukukî niteliği de
“vekâlet” olarak tanımlanmaktadır. Örneğin özel hastaneler ve bu hastanelere tıbbi yardım
almak için başvuran kişiler arasında kurulan sözleşme ilişkisi, gerek uygulamada gerekse
doktrinde vekâlet sözleşleşmesi olarak nitelendirilip, bu ilişkiden doğan uyuşmazlıklara da
vekâlete ilişkin hükümler uygulanmaktadır. Yine, eğitim, güvenlik, müşavirlik gibi bir iş görme
edimine dayalı olup, Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmeyen sözleşmeler de vekâlet olarak
kabul edilmekte, bu sözleşmelerden doğan uyuşmazlıklarda da Borçlar Kanunu’nun vekâlete
ilişkin hükümlerine başvurulmaktadır.
Öte yandan, vekâlet hükümlerinin uygulandığı örneğin noter ile iş sahibi arasındaki (kamu
hukukunu ilgilendiren resmi işlemler dışındaki) ilişki, tahkim yargılamasındaki hakem
sözleşmesinde, hakem veya hakem kurulu ile taraflar arasındaki ilişki ve ayrıca arabuluculuk
sözleşmesinde taraflar ve arabulucu olarak seçilen kişiler arasındaki ilişki de, maddi hukuk
anlamında özel hukuk hükümlerine tâbi bir sözleşme ilişkisi olup, bu sözleşmeler de, nitelikleri
itibariyle birer vekâlet sözleşmeleridir.
O halde, 6502 sayılı TKHK’nun 1. maddesinde düzenlenen, “tüketicinin sağlık ve güvenliği ile
ekonomik çıkarlarının korunması, zararlarının tazmin edilmesi” şeklindeki genel amacı ve

kapsamı dikkate alındığında, Kanun’da sözü edilen vekâlet sözleşmesinin, (bu kapsam ve
tanımdaki tüm sözleşmeleri değil) ticari ve mesleki olmayan amaçlarla, örneğin sağlık,
güvenlik, eğitim, tedavi gibi salt kişisel ihtiyaçlar için yapılmış olan iş görme niteliğindeki
vekâlet sözleşmeleri olduğu sonucuna varılmalıdır.
6502 sayılı Kanun’da tüketici işleminin, sözleşme türleri de örnek verilmek suretiyle yeniden
tanımlanmasının gerekçesi ve “avukatlık sözleşmesi”nin bu kapsamda olup olmadığının
irdelenmesine gelince;6502 sayılı Kanun’un 3. maddesinin gerekçesinde, ismen sayılan
sözleşmelerin Kanun kapsamına alınmasına ilişkin herhangi bir açıklama getirilmemiş, sadece,
uygulamada ortaya çıkan ve tüketici sözleşmelerinin kapsamını daraltan yorumların önüne
geçilmesinin düşünüldüğü belirtilmiştir.
Kanun’da yapılan yeni tanımlamalarla, “tüketici işlemi”nin kapsamının daha geniş tutulmak
istendiği kuşkusuzdur. Gerçekten de, 6502 sayılı TKHK’ndan önce, Mülga 4077 sayılı TKHK’nun
uygulandığı dönemde, salt kullanma ve tüketme amacıyla yapılan basit ve dar kapsamlı olağan
tüketim işlemlerini konu alan (örneğin bir kimsenin, evi için dolap ya da badana boya
yaptırması gibi) hukuki işlemler, “eser sözleşmesi” niteliğinde oldukları gerekçesiyle, o
dönemdeki Yargıtay kararlarında tüketici işlemi olarak kabul edilmiyordu. Aynı durum, tedavi
olmak amacıyla özel hastanelere başvuran hasta ile (sağlık konusunda bir ticari işletme
niteliğindeki) özel hastaneler arasındaki hukukî işlemler için de söz konusu idi. Gerek doktrin
gerekse öteden beri kökleşmiş ve sapma göstermeyen yargı kararları ile niteliği bir “vekâlet”
sözleşmesi olarak kabul edilen bu ilişkiden doğan uyuşmazlıklar, “vekâlet sözleşmelerinin
TKHK kapsamında olmadığı” gerekçesiyle Yargıtay tarafından bir tüketici işlemi olarak kabul
edilmiyordu. Bu nitelikteki “eser” ve “vekâlet” sözleşmelerinin, birer tüketici işlemi oldukları
ve bu uyuşmazlıkların tüketici mahkemelerinde görülmesi gerektiği yönündeki mahkeme
kararları da Yargıtay’ca görev noktasından bozulmakta idi. Aynı durum taşıma ve sigorta
sözleşmeleri için de geçerli idi.
6502 sayılı Kanun’dan önce, yukarıda sözü edilen “eser”, “vekâlet”, “taşıma” ve “sigorta”
sözleşmeleri yönünden uygulamada mevcut olan tereddüt ve farklı nitelikteki kararlar,
avukatlık sözleşmeleri açısından ise söz konusu değildi. Bu dönemde, avukat ve müvekkil
arasındaki sözleşme ilişkisinin, TKHK kapsamında ele alınması gerektiği yönünde mahkeme
kararlarına rastlanmadığı gibi, gerek avukat, gerekse müvekkil tarafından bu sözleşmeden
kaynaklanan davaların, “tüketici işlemi” olduğuna ilişkin bir iddia ya da bu yönde açılmış bir
dava da mevcut değildi. Dolayısıyla avukatlık sözleşmelerinin bir tüketici işlemi olup
olmadığının tartışıldığı herhangi bir Yargıtay kararı da bulunmuyordu.
O halde, 6502 sayılı Kanun’un 3. maddesinin gerekçesinde, ismen sayılan sözleşmelerin Kanun
kapsamına alınmasına ilişkin olarak “uygulamada ortaya çıkan ve tüketici sözleşmelerinin
kapsamını daraltan yorumların önüne geçilmesi” şeklindeki gerekçe ile, avukatlık
sözleşmelerinin kasdedilmediği açıktır. Kaldı ki, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nda 2.5.2001
tarihli 4667 sayılı Kanun’la yapılan bir kısım değişiklikler sonucunda avukat-müvekkil
arasındaki sözleşme ilişkisi, vekâlet sözleşmesinden ayrı bir sözleşme türü olarak “avukatlık
sözleşmesi” şeklinde tanımlanmış olup, gerek uygulama gerekse doktrin ve yargı kararlarında
da bu şekilde kabul görmektedir.
Esasen 6502 sayılı Kanun’un 3. maddesindeki gerekçede, uygulamada farklı kararlara neden
olan, Yargıtay’ın TKHK’da düzenlenmediğini belirterek tüketici işlemi olarak kabul etmediği,
salt kullanma ve tüketme amacıyla yapılan eser sözleşmeleri ile, hasta ve özel hastane/doktor

arasındaki (yapılan işleme göre eser niteliğinde de olabilen) vekalet sözleşmelerinin
kastedildiği çok açıktır. Yine sigorta, taşıma ve bankacılık işlemleri yönünden de, Yargıtay
kararları ile, bu sözleşmelerin Türk Ticaret Kanunu’nda düzenlendiği gerekçesiyle TKHK
kapsamında kabul edilmemeleri de, bu sözleşmelerin ismen Kanun’da belirtilme gereğini
doğurmuştur.
Bu tespitten sonra avukatlık sözleşmesinin, kanunda tanımı yapılan bir “tüketici işlemi” olup
olmadığı değerlendirilecek olursa;Avukat ve müvekkil arasında kurulan avukatlık sözleşmesi,
ayrı bir kanun olan Avukatlık Kanunu’nda (AK) düzenlenen, vekâlet sözleşmesinden ayrı,
kendine özgü bir sözleşme türüdür. Bu sözleşmede müvekkil açısından güdülen amaç, bir iş
görme ediminin, salt kişisel ihtiyaçlar için bir başkası tarafından yerine getirilmesi değildir.
Nitekim Avukatlık Kanunu’nun, 1, 2, 34, 35, 58, 62. maddelerinde düzenlenen, avukatlığın
amacı ve avukatların, yargının kurucu unsurlarından olan savunmayı (müvekkili nezdinde)
temsil etmelerine ilişkin görevleri dikkate alındığında da bu husus açıkça anlaşılmaktadır.
Yargının kurucu öğesi olan ve bağımsız savunmayı temsil eden avukatın yaptığı savunma
görevi, Kanun’da “tüketici işlemi”nin tanımında belirtilen, “mal ve hizmet piyasalarında
sunulan bir hizmet” değil, yargılama faaliyeti kapsamında olan bir kamu hizmetidir.
Nitekim 1136 sayılı AK’nun 1. maddesinde, “Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir.”
denildikten sonra, “Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı sebestçe
temsil eder.” ifadelerine yer verilmiştir.
Aynı Kanun’un 2. maddesinde de avukatlığın amacı, “hukukî münasebetlerin düzenlenmesini,
her türlü hukukî mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak
çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları,
hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.” şeklinde açıklandıktan
sonra, 2. fıkrasında da, “Avukat, bu amaçla hukukî bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve
kişilerin yararlanmasına tahsis eder.” denilmiştir.
Ayrıca, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun tanımlar başlıklı 6/1-d maddesinde yer alan, “yargı
görevi yapan deyiminden, yüksek mahkemeler ve adli, idari ve askeri mahkemeler üye ve
hâkimleri ile Cumhuriyet Savcısı ve Avukatlar anlaşılır.” şeklindeki emredici nitelikteki hüküm
de, avukatların, yargının sav-savunma-karar aşamalarından biri olan savunmayı temsil eden
bir “yargı görevi” yapmakta olduklarını açıkça göstermektedir.
Bu durumda; amacı, hukukî anlaşmazlıkların, adalet ve hakkaniyete uygun olarak
çözümlenmesi ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını, her derecede yargı organları,
hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamak olan avukatın, bu
doğrultuda ifa etmekte olduğu “yargı görevi”nin, bir “tüketici işlemi” olduğunu kabul etmek
mümkün değildir.
Yine, avukatın, yargılama faaliyetinde savunmayı temsil etmesi ve bu konuda (AK ve meslek
kurallarıyla sınırları belirlenmiş olsa da) bağımsız olması, avukatla yapılan sözleşmenin, bir
“tüketici işlemi” olarak kabulüne imkân vermemektedir. Örneğin, TKHK’nun 6. maddesinin 2.
fıkrasında, “Hizmet sağlamaktan haklı bir sebep olmaksızın kaçınılamaz.” hükmü emredici bir
norm olarak düzenlenmiş iken, bu hükmün avukatlık sözleşmesinde uygulanma imkânı

bulunmamaktadır. Zira avukat, bağımsızlığı gereğince istemediği bir işi gerekçe dahi
göstermeksizin reddedebilme imkânına sahiptir (AK m. 37/1.)
Avukatların “yargı görevi” kapsamında, (müvekkilleri nezdinde) savunmayı temsil
etmeleri nedeniyle müvekkillerine karşı ağırlaştırılmış özen borcu altındaki sorumlulukları,
gerek vekâlet sözleşmesinde vekilin sorumluluğuna, gerekse TKHK’da “satıcı”, “sağlayıcı”
olarak nitelendirilen hizmet sunucularına oranla, çok daha ağır ve kapsayıcıdır. Ağırlaştırılmış
özen borcu, avukatlara gerek hukukî, gerek meslekî, gerekse cezaî olarak pek çok sorumluluk
yüklemektedir. Bu sorumluluklar, avukatın yargılama faaliyetinin bir parçası olması nedeniyle,
bir ”tüketici işlemi”ndeki hizmet sunucusunun sorumlulukları ile mukayese edilemeyeceği gibi,
bu kapsamda da değerlendirilemez.
Ayrıca bir hukuki işlemin “tüketici işlemi” olarak kabul edilebilmesi için, ticari ve mesleki
olmayan amaçlarla, salt kişisel ihtiyaçlar için yapılmış olması gerektiği kuşkusuzdur. Oysa ki
avukatlık sözleşmesinde avukatın, yargı görevi kapsamındaki savunmayı temsil etmesi ve bu
amaçla hukukî bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis etmesi
karşısında, bu sözleşmenin, salt kişisel ihtiyaçlar dolayısıyla değil, “adaletin tecellisi” gibi, tüm
toplumu ilgilendiren amaçlarla da yapıldığını kabul etmek gereklidir. Örneğin bir cinayet
davasında, maddi hakikatın ortaya çıkarılmasında, sadece avukattan hukukî yardım talep
edenin değil, tüm toplumun menfaati bulunmaktadır.
Öte yandan, avukatlık sözleşmesi, ticari ve mesleki olmayan uyuşmazlıklar nedeniyle
yapılabildiği gibi, ticari ve mesleki alandaki uyuşmazlıkların giderilmesi için de yapılabilmekte,
genellikle de tüm uyuşmazlıklar için aynı avukattan hukuki yardım talep edilmektedir. Örneğin
müvekkil, bir boşanma davası açılması veya ticari olmayan bir alacağının tahsili için de, ticari
işletmesinden kaynaklanan bir dava ya da meslek olarak yapmış olduğu işi nedeniyle de aynı
avukatla avukatlık sözleşmesi yapabilmektedir.
Çeşitli hukuki yardımlar, çoğu zaman aynı avukattan talep edildiğinden, avukatlık
sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde de bu hukukî ilişkinin bütün olarak
ele alınması zorunludur. Zira Avukatlık Kanunu’nda yer alan azil, istifa gibi, doğuracağı hüküm
ve sonuçlar tamamen avukatlık sözleşmesine özgü olan hukukî işlemlerin değerlendirilebilmesi
için, tüm ilişkinin birlikte ele alınması gereği kaçınılmazdır.
Gerçekten de, Avukatlık Kanunu’na göre, avukatın azli ve istifası, tüm hukukî yardımlara ve
davalara sirayet etmekte, sözleşme ilişkisini bütünüyle sona erdirmektedir. Örneğin haksız
olarak azledildiği iddiasıyla takip etmiş olduğu bir boşanma davası ile ticari bir dava nedeniyle
ücret talep eden avukatın, ücrete hak kazanıp kazanamayacağı ve daha pek çok konu, azlin
haklı olup olmadığına göre belirlenecektir. Bu ise, sözleşme kapsamındaki tüm hukukî
yardımların birlikte ele alınması ile mümkündür. Bu ilişki, bir bütün olduğu için birini
diğerinden ayırmak mümkün değildir.
Başka bir ifade ile avukatlık sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümünde, mesleki
ya da ticari amaçlarla yapılıp yapılmadığına bakılarak, aynı sözleşme kapsamındaki davaların
birbirinden ayrılması, bu sözleşmelerden doğan uyuşmazlıkların isabetli olarak çözülmesini
adeta imkânsız hale getirir. Aksine, aynı taraflar arasında ve aynı sözleşme kapsamındaki
uyuşmazlıkların, aralarında sıkı surette bağlantı olması nedeniyle birlikte görülmesi gerekli ve
zorunludur.

Kaldı ki bu sözleşmelerden kaynaklanan uyuşmazlıklar, çoğu zaman birden fazla dava, takip ve
diğer hukuki yardımları kapsamakta olup, gerek müvekkil tarafından avukata karşı, gerekse
avukat tarafından müvekkile karşı açılan alacak, tazminat ve benzeri davalarda incelenmesi
gerekli olan hususlar, hukukun pek çok alanını (özel hukuk, ceza hukuku, idare ve vergi hukuku
v.b), yargı merciini (her derecedeki hukuk ve ceza mahkemeleri, idare mahkemeleri, Tahkim,
Yargıtay, Daniştay, Anayasa Mahkemesi, AİHM vb.) ve bu mercilerde yapılan yargılamaları
ilgilendirdiğinden, konunun kapsamı ve karmaşıklığı karşısında bu davaların, dilekçelerin
verilmesi, tahkikat ve hüküm aşamaları yönünden daha kısa ve basit şekilde
sonuçlandırılmasında yarar görülen basit yargılama usulüne tabi tutularak çözülemeyeceği de
izahtan varestedir.
Özetle, avukatlık sözleşmesinde, sözleşmenin bir tarafı olan “müvekkil”, Tüketicinin Korunması
Hakkında Kanun’un 3/1-k maddesindeki “tüketici” tanımına uymadığı gibi, bu sözleşmenin bir
“tüketici işlemi” de olmadığı, dahası sözleşmenin diğer tarafı olan avukatın, mal ve hizmet
piyasalarında faaliyet gösteren ve hizmet sunan bir “sağlayıcı” da olmadığı açıkça
anlaşılmaktadır.
Avukatlık sözleşmesinin, vekâlet sözleşmesi görünümünde olmakla beraber, ondan tamamen
ayrı ve kendine özgü (sui generis) nitelikleri olan bir sözleşme türü olması, avukatın da bu
sözleşmede, yargılama faaliyetinin bir parçası ve unsuru sıfatıyla, yargısal bir fonksiyon olan
savunma görevini ifa etmesi dikkate alındığında, 6502 sayılı Kanun’un, salt kişisel ihtiyaçlara
yönelik olan genel vekalet sözleşmeleri ile, yine Türk Borçlar Kanunu’nun 502/2. maddesi
gereğince (vekâlet hükümlerinin uygulandığı) sağlık, temizlik, eğitim, güvenlik, müşavirlik gibi
iş görme edimlerine dayalı vekâlet sözleşmelerini kapsadığının, avukatlık sözleşmelerinin ise
bu kapsamda olmadığının kabulü gerekir.
Nasıl ki, hukukî niteliği bir “vekâlet” sözleşmesi olan hakem sözleşmesinde, taraflarla hakem
arasındaki ilişkiye TKHK hükümleri uygulanamazsa, yargının kurucu bir unsuru olan, bağımsız
ve tarafsız savunmayı temsil eden avukatla müvekkil arasındaki ilişkiye de, TKHK hükümleri
uygulanamaz. Her ikisinde de yapılan iş bir tüketici işlemi değil, yargısal bir faaliyettir.
Hakemler, yargılama faaliyetini bizzat yürütmekte, avukatlar ise yargılamanın bir parçası
niteliğindeki, onun olmazsa olmaz kurucu bir öğesi olan “savunma”yı temsil etmektedir.
Serbest çalışan bir avukatın, üstlenmiş olduğu savunma görevi kapsamında, belli bir miktar
ücrete hak kazanması da, yapılan işi, yargı faaliyetinden çıkarıp, bir tüketici işlemi haline
getiremeyeceği gibi, bağımsız savunmayı temsil eden avukatı da TKHK’da tanımlanan “satıcı”,
“sağlayıcı”, “girişimci”, “müteşebbis” kapsamına dâhil edemez. Kaldı ki AK’nun 11.
maddesinde, avukatlıkla birleşemeyen işler sayılmış olup, mesleğin ticari bir faaliyet olmaması
nedeniyle, avukatların tacirlik, esnaflık gibi işlerle iştigal etmeleri de yasaklanmıştır.
*Yine arabuluculuk sözleşmesinde de, taraflar ve arabulucu olarak seçilen kişi ya da kişiler
arasında kurulan sözleşme ilişkisi de bir “vekâlet sözleşmesi” niteliğinde olup (TBK md.502/2),
bu sözleşmeden doğan uyuşmazlıklarda da (örneğin arabulucunun ücretinin ödenmemesi
durumunda), ne arabulucunun TKHK’da tanımı yapılan “satıcı” ya da “sağlayıcı”, ne de
sözleşmenin diğer tarafını oluşturan tarafların birer tüketici olduklarından söz edilemeyeceği
gibi, arabuluculuk konusunda yapılan faaliyet de, bir tüketici işlemi olarak kabul edilemez. Zira
yapılan faaliyet, dayanağını kanundan alan belli şart ve emredici kurallara bağlanan, alternatif
bir uyuşmazlık çözüm biçimi olarak, Devlet yargısını destekleyici bir faaliyettir. *

Kaldı ki avukatların, AK’nun 35/A maddesinde belirtilen uzlaşma sağlama yetkileri de
bulunmakta olup, bu yetki kapsamında karşı tarafı uzlaşmaya davet edebilecekleri, davetin
kabulü ve uzlaşmanın sağlanması halinde de, taraflarca imzalanacak tutanağın, İcra İflas
Kanunu’nun 38. maddesinde belirtilen ilam niteliğinde olacağı, kanun hükmüyle kabul
edilmiştir.
Sonuç olarak, niteliği bir “vekâlet” sözleşmesi olsa da, hakem sözleşmesinde, hakem ya da
hakem kurulunun görevi yargısal bir faaliyet olduğundan, * yine arabuluculuk sözleşmesinde,
arabulucunun görevi Devlet yargısını destekleyici bir faaliyet olduğundan “tüketici işlemi”
olarak kabul edilemeyeceği gibi *, avukatlık sözleşmesinde de avukatın görevi, yargının kurucu
unsuru olan ve bağımsız savunmayı temsil eden yargısal bir faaliyet olup, tüketici işlemi olarak
kabul edilemez.
Açıklanan tüm bu nedenlerle, somut uyuşmazlığın çözümünde görevli mahkeme Asliye
Hukuk Mahkemesi olduğundan ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak yargılamanın
yapılması için dosyanın mahalline gönderilmesine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde
hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davanın niteliğine göre, Asliye Hukuk Mahkemesince bakılması gerektiği halde
mahkemece görevsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, HMK’nın 353/1/a/3.
maddesi gereğince, Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18/10/2017 tarih, 2017/507Esas,
2017/495 Karar sayılı KARARININ KALDIRILMASINA,
2-Yargılamanın yapılmak üzere dosyanın Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-Peşin alınan istinaf karar ve ilam harcının istek halinde taraflara iadesine,
4-İstinaf kararının yerel mahkemesince taraflara tebliğine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda 11/10/2018 tarihinde oybirliği ile kesin olarak karar
verildi.
Başkan 31401 e-imzalıdır
Üye 36811 e-imzalıdır
Üye 42690 e-imzalıdır
Katip 187706 e-imzalıdır

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir